Paylaş
Bunu yaparken önce Türkiye’de kamuoyu ve karar vericilerde bugünlerde en çok üzerinde durulan soruya odaklanalım. Bu soru, Donald Trump’ın önümüzdeki ocak ayında iş başı yaptıktan sonra, Türkiye’nin beklentisine uygun bir şekilde Suriye’de PKK uzantısı YPG/PYD unsurlarına desteğini kesip kesmeyeceği, daha doğrusu ABD’nin bu ülkeden çıkıp çıkmayacağıdır.
*
Geçen haftaki yazılarımızda vurguladığımız üzere, Trump’ın Beyaz Saray’da ilk dönemdeki sicili, kendisinin düşünce yapısı olarak Suriye’den askerlerini çekmeye eğilimli olduğunu gösteriyor. Trump 2018-2019 döneminde bunu denemiş, ancak ulusal güvenlik sisteminin ve aynı zamanda İsrail ile ABD’deki güçlü Yahudi Lobisi’nin direnci karşısında bu hedefini sınırlı bir çerçevede gerçekleştirebilmişti.
Bununla birlikte, aynı dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile diyalogunda Suriye konusunda uzlaşıya, pazarlığa açık bir tutum sergilemiştir Trump.
Bu kez oluşturduğu yeni kabineyi kendisine direnmeyecek, aksine uysal bir çizgide davranacak isimlerden oluşturması, benzer hamlelere giriştiğinde geçmişte olduğu ölçüde bir fren mekanizmasıyla karşı karşıya gelmeyeceğine işaret ediyor ilk bakışta.
Ancak dış politika ve güvenlik alanında yaptığı kritik görevlendirmelerin önemli bir bölümünün aşırılık derecesinde İsrail yanlısı şahsiyetlerden oluşması, bunlar arasında YPG/PYD’ye oldukça sıcak bakan isimlerin de bulunması hesaba katılmalıdır. Yine de son tahlilde ilk döneme kıyasla Trump’ın çizeceği doğrultunun baskın çıkması daha akla yatkındır.
*
Burada tutumu dikkate alınması gereken oyuncu İsrail’dir. Suriye’nin güçsüz ve istikrarsızlık içinde kalması, İsrail’in eskiden beri kendi güvenlik çıkarları açısından görmek istediği bir durumdur.
Geçenlerde Netanyahu kabinesinin yeni Dışişleri Bakanı Gideon Saar’ın “Kürtler bizim doğal müttefikimizdir” şeklindeki çıkışı bu çerçevede görülmelidir. İsrail, kendi bölgesel hedefleri açısından “Kürt Kartı”na yöneldiğini gizleme gereği duymuyor.
Sonuçta İsrail Dışişleri Bakanı’ndan gelen bu sözler, Netanyahu hükümetinin Suriye’de Fırat’ın doğusundaki “Özerk Yönetim”in iplerini elinde tutan PYD/YPG’ye karşı himaye edici bir çizgide duracağının işaretidir.
İsrail’in bu hedefiyle paralel giden bir diğer stratejisi, Tahran’daki rejimin Suriye’deki nüfuzunu, askeri varlığını ortadan kaldırmak amacıyla İran’ın bu ülke toprakları üzerindeki unsurlarıyla açık bir savaşa yönelmesi ve son dönemde bu hedeflere dönük hava harekâtlarının dozunu artırmış olmasıdır. İsrail, Suriye’yi bir bakıma İran’la savaştığı bir ‘arka bahçe’ olarak görmektedir.
O zaman yanıt bekleyen kritik bir diğer soru şudur: Trump Suriye’den gerçekten çekilmek isterse, İsrail’in ve onun ABD’deki destekçisi Yahudi Lobisi’nin direncine ne kadar karşı koyabilir?
*
Kuşkusuz, yeni dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başkan Trump arasındaki diyalog Suriye ile ilgili konuların şekillenmesindeki önemli kanallardan biri olacaktır. Trump’ın ilk başkanlığı döneminde Suriye konusunda ikisi arasında -iniş çıkışlar ve krizlerle birlikte- yakın ve sonuca dönük bir diyaloğun işlediği hatırlardadır.
Bu noktada akılda tutmamız gereken kayda değer bir husus daha var. Özellikle 2018-2019 döneminde ikisinin Suriye üzerinde yaptığı pazarlığın önemli bir parçası, ABD bu ülkeden çekildiği takdirde DEAŞ ile sahada mücadele sorumluluğunu Türkiye’nin üstlenmesiydi.
Önümüzdeki dönemde Trump ile Erdoğan arasında benzer parametreler üzerinden bir müzakere süreci şekillenirse, bu konu yeniden gündeme gelebilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki gün Brezilya’dan dönüşte, Türkiye’nin Suriye’deki mevcut gerçekliğin yanı sıra “Amerika’nın Suriye’den çekilmesinin oluşturacağı yeni duruma da hazır olduğunu” söylerken, kısmen bu duruma da işaret ediyordu aslında.
*
Bu arada, yeni dönemde Suriye’nin geleceğine bakarken muhakkak denkleme dahil etmemiz gereken belirleyici bir faktör daha var. Bu da, Başkan Trump ile Rusya lideri Vladimir Putin arasındaki diyalogun Suriye krizine nasıl yansıyacağı sorusudur.
Başkan seçilen Trump, ısrarla Rusya-Ukrayna savaşının en kısa zamanda sona erdirilmesi için ağırlığını koyacağını ve taraflarla görüşeceğini belirtiyor. Trump’ın Putin’le kuracağı diyalogda, ikisinin Suriye üzerinde de bir pazarlığa girişmesi ihtimali yabana atılmamalıdır. Bu ihtimal kuvveden fiile çıkarsa, Suriye sorununda oyun değiştirici sonuçlar yaratmaya adaydır.
Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Alexander Lavrantiev’in geçen 15 Ekim’de TASS Ajansı’na yaptığı açıklamada Trump’ın Suriye politikasını değerlendirirken, “Suriye dahil bazı kesin anlaşmalara varabileceğimizi umuyoruz. Çatışma 13 yılı aşkın süredir devam ediyor. Prensipte buna son vermenin zamanı geldi” diye konuşması dikkat çekicidir.
ABD’nin Suriye’de sahada önemli bir rol oynadığını kaydeden Lavrantiev’in “Elbette onların görüşlerinin dikkate alınması ve onlarla müzakere edilmesi gerekecek. Dedikleri gibi Trump anlaşma yapmayı seviyor. Bakalım bu yönde neler sunabilecek” şeklindeki sözleri, Putin cephesinin ABD ile Suriye konusunda müzakereye istekli olduğunu gösteriyor.
*
ABD ile Rusya arasında bir pazarlık sürecine geçildiği takdirde, Suriye’de sahada önemli bir yer tutan Türkiye de kendi çıkarlarını, beklentilerini güvence altına almak üzere bu sürece bir şekilde dahil olmaya çalışacaktır. Ya da önden atacağı adımlarla bu muhtemel süreçleri kendi istediği yönde etkilemeye çalışacaktır.
Trump’ın seçim zaferiyle Suriye’de yeni bir dönemin başlayıp başlamayacağı tartışılırken, Türkiye bu döneme öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye lideri Beşar Esad’a dönük normalleşme hamlesiyle adım atmak istemektedir. Ancak şu ana kadar yapılan diyalog denemeleri henüz bir sonuç doğurmuş değildir.
Bu zamanlamada Erdoğan’ın bir yandan da Türkiye’nin Suriye’de PKK/YPG/PYD’ye dönük yeni bir harekât beklentisini gündemde tuttuğunu gözlüyoruz. Erdoğan’ın böylelikle, Suriye ile ilgili bütün tarafların dikkatlerini Türkiye’nin üzerine çekmeye dönük bir baskı yaratmayı da hedeflediği düşünülebilir.
*
Tabii bu noktada yanıt vermemiz gereken bir mesele daha beliriyor. Türkiye’nin, bir taraftan Esad rejimi ile normalleşmenin önünü açmaya çalışırken, diğer taraftan yeni bir kara harekâtına kalkışmasının örtüşen hedefler olduğu söylenemez.
Lavrantiev’in geçenlerde Türkiye’nin Suriye’ye dönük bir askeri harekât ihtimalinin “kabul edilemez” olduğunu söylemesinin, Erdoğan’ın çıkışlarının en azından Moskova nezdinde bir etki yarattığına işaret ediyor.
Erdoğan’ın önceki gün Türkiye’nin milli güvenliği için Suriye konusunda “Rusya ile gerekli görüşmelerin yapılacağı” yolundaki sözlerinden hareket edersek, kendisinin yeni döneme girilirken Suriye başlığında Putin’i de müzakereye çekmek istediğini belirtebiliriz.
Son tahlilde bütün bu açıklamalar, hamleler yeni ABD yönetimi göreve başlamadan önce Türkiye dahil denklemdeki bütün diğer aktörlerin şimdiden pozisyon alarak, Suriye’de ellerini güçlendirmek istediklerinin işaretleridir. Ancak öncelikle Trump yönetiminin nasıl bir Suriye tasavvuru olduğunu ortaya koyması gerekecektir.
Zaten şimdiden yürüyen hareketlilik, belli ölçülerde bu tasavvuru etkilemeyi de amaçlıyor aslında.
Paylaş